Wednesday, 16/10/2024 - 15:14
15:06 | 09/07/2019
Bir zamanlar zengin bir karı kocanın çocukları yoktu, ama fakir düştüklerinde küçük bir oğulları oldu. Ancak ona vaftiz babası olacak birini bulamadılar. Bunun üzerine adam başka bir kasabaya gidip bakacağını, belki birini bulabileceğini söyleyerek evden ayrıldı.

Bir süre yol aldıktan sonra fakir bir adamla karşılaştı. Adam ona nereye gittiğini sordu. O da bir vaftiz babası aramaya çıktığını, ancak kendisi çok fakir olduğu için kimsenin bu işe yanaşmadığını söyledi.

Adam, “Bak, sen fakirsin, ben de fakirim. Vaftiz babası olmak isterim; ama öyle fakirim ki, çocuğa bir şey veremem. Sen şimdi eve dön, ebeye söyle, çocuğu alıp kiliseye getirsin” dedi.

Ebe oğlanla kiliseye vardığında fakir adam oradaydı; çocuğa Sadık Ferdinand adını verdi.

Kiliseden çıktıktan sonra dilenci onlara, “Hadi şimdi eve gidin. Size hiçbir şey veremem, siz de bana bir şey vermeyin” dedi.

Ama ebeye bir anahtar vererek ona, eve gidince bunu çocuğun babasına vermesini ve onun da çocuk on dört yaşına gelinceye kadar bu anahtarı saklamasını söyledi. Çocuk o yaşa basınca bozkıra çıkacak ve orada bir saray, kapısında da bir kilit görecekti; bu anahtar o kilide uyarsa saray onun olacaktı!

Neyse, oğlan yedi yaşına bastı ve adamakıllı gelişti. Bir keresinde başka çocuklarla oyun oynadı. Ama her bir çocuk vaftiz babalarından birbirinden güzel şeyler almıştı. Oğlan ağlayarak eve döndü ve babasına, “Ben vaftiz babamdan hiç mi bir şey almadım?” diye sordu.

“Aldın” dedi babası, “Sana bir anahtar bıraktı. Bozkırda bir saray görürsen oraya git, bu anahtarla kapısını aç!”

Çocuk oraya gitti, ama ne bir saray gördü ne de duydu.

Aradan yedi yıl geçti, oğlan on dört yaşına basınca yine oraya gidince bir saray gördü. Kapısını anahtarla açınca içerde bir at gördü. Kır bir attı bu! Oğlan bir at sahibi olduğu için o kadar sevindi ki, hemen ona binerek babasının yanına vardı: “Artık bir kır atım var, dünyayı gezmek istiyorum” dedi.

Ve evden ayrıldı. Yolunun üzerinde bir kalem tüyü gördü. Önce eğilip almak istedi, ama sonra, “Bırak kalsın, gerekirse gideceğin yerde nasılsa bir tane bulursun” diye düşündü.

Böyle giderken ardından biri seslendi: “Sadık Ferdinand, al onu yanına.” Etrafına bakındı, ama kimseyi göremedi. Geri döndü, kalem tüyünü yerden aldı. Bir süre at sürdükten sonra bir su kenarına vardı. Sahilde bir balık havasız katmışçasına soluyup duruyordu.

“Dur bekle! Sana yardım edeyim de yine suda yüz balıkçık” diyerek onu kuyruğundan yakaladığı gibi suya fırlattı.

Balık kafasını sudan çıkararak, “Beni bataklıktan kurtardığın için sana bir flüt hediye etmek istiyorum. Bir gün suya düşersen onu çalarsın, ben hemen gelir seni sudan çıkarırım” dedi.

Ve oğlan yoluna devam etti. Derken biriyle karşılaştı; adam ona nereye gittiğini sordu. “Şey, en yakın kasabaya” diye cevap verdi. Adam onun adını sordu. “Sadık Ferdinand” dedi oğlan.

“Bak hele” dedi adam, “İsimlerimiz benziyor. Benimki de Nankör Ferdinand.” Ve birlikte en yakın kasabadaki bir hana gittiler.

İşin kötü tarafı Nankör Ferdinand Sadık Ferdinand’ın ne düşündüğünü ve ne istediğini önceden biliyordu; bunun için kötü yöntemlere başvuruyordu.

Ancak bulundukları handa namuslu ve dürüst bir kız vardı; temiz yüzlüydü ve de güzeldi. Sadık Ferdinand’a aşık oluverdi, çünkü oğlan yakışıklıydı. Kız ona nereye gitmek istediğini sordu. Sadık Ferdinand dünyayı dolaşacağını söyledi, ama kız burada kalması için ısrar etti. Çünkü o yörenin kralı kendine bir uşak ya da iyi bir at binicisi arıyordu. Delikanlı oraya başvurmalıydı! Oğlan gitmeye pek yanaşmadı. Kız, “Senin yerine ben gideyim” dedi. Nitekim kralın huzuruna çıkarak ona, yanında uşak olarak çalışacak iyi birini tanıdığını söyledi. Kralın işine geldi bu. Oğlanın gelmesini ve onu uşak olarak alacağını söyledi.

Ancak oğlan binici olmak istiyordu, çünkü kır atı neredeyse o da oradaydı! Bunun üzerine kral onu binici yaptı.

Nankör Ferdinand bunu duyunca kıza, “Bak hele! Ona yardım edersin de bana etmezsin ha” dedi.

“Şey, sana da yardım etmek isterim” diyen kız, onun tehlikeli biri olduğunu ve kızdırmaya gelmeyeceğini düşündü.

Ve kralın huzuruna çıkarak onu da uşak olarak önerdi. Kral kabul etti.

Sabahları Nankör Ferdinand giysilerini giydirirken kral hep, “Ah, keşke sevgilim de yanımda olsa” diye sızlanıp duruyordu.

Aslında Nankör Ferdinand Sadık Ferdinand’a düşmandı. Ve kral yine böyle sızlanınca Nankör Ferdinand, “Sizin biniciniz var ya, gönderin onu. Sevgilinizi alıp getirsin; bunu yapmazsa kafasını uçurun” dedi.

Kral Sadık Ferdinand’ı çağırttı ve ona falanca yerde bir sevgilisi olduğunu, onu alıp getirmesini, aksi halde öldürüleceğini söyledi.

Sadık Ferdinand ahıra, kır atının yanına giderek, “Ah, ben ne talihsiz çocukmuşum” diye ağlayıp sızlamaya başladı.

Birden arka taraftan, “Sadık Ferdinand, niye ağlıyorsun?” diyen bir ses işitti. Etrafına bakındı, ama kimseyi göremeyince sızlanmaya devam etti. “Ah benim kır atım, artık seni yalnız bırakmak zorundayım, çünkü ölmem gerekecek.”

Derken aynı sesi işitti. “Sadık Ferdinand, niye ağlıyorsun?”

İşte o zaman konuşanın kendi atı olduğunu anladı: “Sen misin, kır atım? Konuşabiliyor musun sen?” diyerek devam etti. “Ben bilmem nereye gidip kralın nişanlısını bulup getirecekmişim. Bunu nasıl yapacağımı biliyor musun?”

Kır at şöyle cevap verdi: “Git krala, ihtiyacın olduğu şeyleri sana verirse sevgilisini bulup getireceğini söyle. Eğer sana bir gemi dolusu etle bir gemi dolusu ekmek verirse bu iş olur de! Çünkü denizde koskoca devler var, onlara et götürmezsen seni paramparça ederler. Ayrıca orada koskoca kuşlar var, onları da ekmekle beslemezsen gözünü çıkarırlar.”

Bunun üzerine kral ülkedeki tüm kasapları seferber ederek et kestirdi, tüm fırıncılara da bir gemi dolusu ekmek pişirtti.

Gemilere et ve ekmek yüklendikten sonra kır at sadık Ferdinand’a şöyle dedi: “Şimdi bin sırtıma, seni gemiye götüreyim. Karşına devler çıkarsa şunları söyle:

Sakin olun sevgili devler,
Size getirdim neler neler!

Kuşlar gelirse onlara da şöyle de:

Sevgili kuşlar, sakin olun
Etrafıma şöyle bir dolun;
Yem seçerken düşündüm,
Sizleri görünce güldüm.

O zaman sana bir şey yapmazlar ve saraya vardığında devler sana yardım eder. Neyse, sen saraya gidersin, yanına da iki dev alırsın. Prensesi o sarayda uyuyor göreceksin. Ama sakın onu uyandırma. Devler onu yatağıyla birlikte gemiye taşısın.”

Ve her şey kır atın dediği gibi oldu. Sadık Ferdinand yanında getirdiklerini devlere ve kuşlara dağıttı. Bunun üzerine devler kendi istekleriyle prensesi yatağıyla birlikte gemiye taşıdı.

Hepsi kralın yanına vardığında prenses yazıları olmadan yaşayamayacağını söyledi; kendi eliyle yazdığı şiirler falan sarayda kalmıştı. Nankör Ferdinand’ın kışkırtmalarıyla Sadik Ferdinand kralın huzuruna çağrıldı. Kral ona bu yazıları gidip o saraydan alarak getirmesini, aksi halde ölüme mahkûm edileceğini söyledi. Oğlan ahıra giderek ağlamaya başladı: “Ah benim kır atım, yine gitmem gerekiyor. Ama bu işin altından nasıl kalkacağım ben?”

Kır at ona yine gemiyi et ve ekmekle yüklemesini söyledi. Her şey geçen seferki gibi oldu; devler de kuşlar da karınları doyurularak yatıştırıldı.

Saraya vardıklarında kır at oğlana içeri girmesini ve prensesin yatak odasındaki masadan yazıları almasını önerdi.

Sadık Ferdinand oraya giderek yazıları aldı. Ama gemideyken kalem tüyünü denize düşürdü.

Kır at, “Bu konuda sana yardım edemem” dedi.

Oğlanın aklına flüt geldi; hemen üfleyerek çalmaya başladı; aynı anda balık ağzında tuttuğu tüyü ona verdi. Daha sonra oğlan yazıları düğünün yapıldığı saraya getirdi.

Ancak kraliçe kralı sevmiyordu, çünkü adamın burnu yoktu. O Sadık Ferdinand’dan çok hoşlanıyordu.

Saray erkânının toplandığı bir günde kraliçe marifetlerini göstermek istedi. Birinin kellesini uçurduktan sonra onu yine yerine takabilirmiş! Denemek isteyen varsa beri gelsinmiş! Ancak hiç kimse bu işe yanaşmadı. Sonunda yine nankör Ferdinand’ın kışkırtması sonucu kabak Sadık Ferdinand’ın başına patladı!

Kraliçe onun kafasını baltayla kopardı, sonra yine yerine oturttu. Ve yara hemen kapanıverdi, sanki boynuna kırmızı fular takmış gibi gözüküyordu.

Kral, “Bunu nerede öğrendin şekerim?” diye sordu.

“Öğrendim işte, bu bir sanattır. Senin üzerinde de deneyeyim mi?”

“Evet, dene bakalım!”

Kraliçe kralın kafasını kopardı, ama yerine oturtmadı; oturtur gibi yaptı, sonra bir türlü olmuyor gibilerinden numara yaptı.

Kral toprağa verildi, karısı da Sadık Ferdinand’la evlendi.

Ama Sadık Ferdinand her zaman kır atına bindi ve bir defasında atına atladığında, at ona göstereceği başka bir bozkıra gitmesi ve orada üç kez avlanması gerektiğini söyledi.

Sadık Ferdinand söyleneni yapar yapmaz kır at arka ayakları üzerinde şaha kalktı ve bir prense dönüştü.

 



Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *